Ben Hiç Mükemmel Değilim! Belki de Sıradan Biriyim...
Pazar sabahı.
İnanılmaz
yorgunum.
Kafam
taşıyamayacağımı sandığım kadar ağır, boğazımda bir yumru-her nefes alışımda
gırtlağımı yakıyor, sesim boğuk boğuk çıkıyor, sanki bütün eklemlerim ayrı ayrı
aynı anda sızlıyor… Bedenimi yataktan zar zor kazıyorum.
Böyle
sabahlarda kalın, tül bir perdenin ardından seyrediyormuşum gibi geliyor olan
biteni. Yapılacak şeyler gözümde büyüyor, büyüyor, büyüyor… Her şey gözümü
korkutuyor. Neyi yapacağımı, nereden başlayacağımı bilemiyorum. Ve sanki yetişemiyormuşum,
yetemiyormuşum gibi hissediyorum.
Sonra sosyal
medyada geziniyorum. Herkes her şeye
nasıl da yetişiyor!
Takip
ettiğim kadınlar-ve de adamlar-, çok
mutlular, işe gidiyorlar, ailelerine zaman ayırıyorlar, bol bol seyahat
ediyorlar, kültürel faaliyetlerden geri durmuyorlar, şık giyiniyorlar,
bakımlılar, yeni mekanları takip ediyorlar, sağlam alışveriş yapıyorlar,
yazıyor-çiziyor-okuyorlar, spora zaman ayırıyorlar, stillerinden ödün
vermiyorlar, bazıları çocuk sahibi, evleri dekorasyon dergilerinden fırlamış
gibi…
Çağımızın mükemmel (sanal) kadın ve adamları!
Sonra
kendime bakıyorum. Ben biraz dinleneyim desem, evi toparlayamıyorum; kuaföre
gitsem, yürüyüşlerimi aksatıyorum. Birkaç mekan gezelim desem,
ayakkabıya-çantaya saçacak param kalmıyor. Seyahat ederken beslenme düzenim alt
üst oluyor. Evi temizlesem kitap okuyamıyorum…. Vesaire vesaire…
Mutfakta tek
gözüm kapalı kahve yaparken tüm bunları; nasıl da sanal bir gerçeklikle
kuşatıldığımızı düşünüyordum…
Sosyal medya
güzel, faydalı, -ben de dahil- çoğumuz fazlasıyla kullanıyoruz ama… Amaaa sanırım
gerçeklik algımızı yitirmemizi tetikliyor bazen.
Kendi
sınırlarımızın, yapabileceklerimizin, sahip olduklarımızın kıymetini bilerek
yaşayıp gidecekken, sanki bizi hep “daha daha daha fazla” hissine veya “yetersizlik
duygusu”na itekliyor.
Yani
yapabilir. Biraz durup düşünmek lazım!
Instagram,
facebook, twitter postları gözümüzün önünden akarken; fit vücutlar, refah
içinde hayatlar, sıkıntısız kahkahalar milisaniyeler içinde karşımızda
uçuşurken hiçbir şeyin dışarıdan
göründüğü gibi olmadığını anımsamak gerek.
Nihayetinde, filtreli fotoğraflar ya
da 140 karaktere indirgenmiş cümlelerden ibaret değil hiçbirimizin hayatı.
Herkes kendi hayatının kahramanı.
Herkesin yorgunluğu, yılgınlığı,
zorluğu, neşesi, kederi, yaptıkları, yapamadıkları… Kendine.
Kimse birkaç pozdan yola çıkıp da bir
başkasının hayatını giymeye çalışmasın üstüne!
Olmaz çünkü; kimsenin hayatı bir
diğerinin ölçüsü olamaz.
Başımdaki
ağrı ve ağzımdaki buruk tatla kahvemi içmeye çalışırken, bunları düşündüm… Ve yazayım dedim.
Yalnızca hatırla-t-mak için, kendime.
Sonuçta en
çok, kendi içimize, kendi hayatımıza, yalnızca kendimize bakmamız lazım.
Bence ;)
Bu tür "mükemmel hayat" yansıması yapan insanların, bu işlerin arkasında helak olduklarını ve sadece o anlar için yaşayıp, o anlarda gülümsediklerini düşünüyorum.
YanıtlaSilBen leş tembel bir insanım mesela.
Bence herkes olduğu gibi olmalı. Önce kendimizi kandırmaktan vazgeçmeliyiz!
Kesinlikle! "Mükemmel hayat" diye bir şey yok oysa... En fenası insanın kendini kandırması...
Silbazen korkuyorum dikizlemekten. beynimin çalışma temposunu etkiliyor muyum diye. uyuşma, karıncalanma, mala bağlama filan oluyor mu ki? sosyal medya beni dikizci yaptı, kesin. kendime bile dikizciyim. bu beni / bizi uzun vadede nasıl etkileyecek acaba?
YanıtlaSilacaba mallaştım da söylemiyorlar mı bana?
eyvah.
Yazının başında kendimle konuşuyorum zannettim. Ne hissediyorsam akmış buraya. Sosyal medya mükemmellerine gelince... Bazen hepimiz onlarla aynı hataya düşmüyor muyuz? :( Bence çağımızın en büyük sorunsalına dönüştü bu. Kontrol edebilmek önemli. Bu arada yine çok güzel bir yazı;))
YanıtlaSil