Gölgeler ve Hayaller Şehrinde...
“Onları
kıskanıyorum. Kendinden emin insanları.
Herkesin
bir evi, bir toprağı var.
Ben
gökyüzünde uçan kimsesiz bir tohumum.
Bütün rahimler ölü benim için.”
Murat Gülsoy, aynı çağda yaşadığımız için kendimizi şanslı hissetmemiz gereken bir
yazar. Her kitabıyla, kurmacanın sınırlarını zorladığını hissettiren, metnin
matematiğine kafa yoran güçlü ve yaratıcı bir kalem.
Gülsoy, yeni romanı, Gölgeler ve Hayaller Şehri’nde yine
okurunu şaşırtıyor, evvelki kitaplarından farklı bir deneyime davet ediyor. Bu
kez, yaşamadığı bir çağdan sesleniyor bize; 1908 yılında geçen bir hikâye
anlatıyor.
Gölgeler ve Hayaller Şehrinde’nin kahramanı Fuat Chausson veya diğer adıyla
Franck Chausson dokuz yaşında Fransız annesiyle İstanbul’dan Fransa’ya gitmiş;
Türk olan babası ise kendisi doğmadan evvel ölmüş bir genç adam. Fuat’la, II. Meşrutiyet günlerinde, Fransa’dan
İstanbul’a yol alan bir gemide arkadaşı Alex’e yazdığı ilk mektupta karşılaşıyoruz.
Dokuz yaşına kadar yaşadığı İstanbul’a bir Fransız gazetesinin muhabiri olarak
geri gelen Fuat, İstanbul’u, meşrutiyeti, kendi anılarını ve yüzleştiklerini
yazıyor Alex’e. Mektupları okurken, hem 1908’in İstanbul’unu geziyoruz hem
de doğu ve batı arasında kalmışlığın gerek toplumsal gerekse bireysel
sıkıntısını sezinliyoruz.
Gölgeler ve Hayaller
Şehrinde, insanın varoluşsal sorularından birine, ait olma meselesine dair bir
roman olarak da okunabilir. Fuat’ın arada kalmışlığı, kökünü arayış çabası,
buhranları; yalnızca onun hikayesi olmasının ötesinde çok katmanlılıkla
anlatılıyor.
"Alex,
bu satırların yazarı aşk acısının sarhoşudur, şaşılacak denli mutlu ve aynı
anda kederlidir. Haz ve acının, iki zıt
kutbun, adeta geceyle gündüzün aynı anda, kendi karanlık ve aydınlığından bir
nebze olsun kaybetmeden bir arada bulunabilmelerinin mucizesi karşısında
nefesim kesiliyor. Zannederim, bu ancak Tanrı’nın yaşayabileceği bir
tecrübe..."
Murat
Gülsoy’un sadık okuru için, Gölgeler ve Hayaller Şehrinde’deki en tanıdık şey
ise elbette rüyalar. Murat Gülsoy, yine rüyalardan bahsederek, rüyalarımızı
sorgulayarak hikâyeyi bilinmez bir alanın çekiciliğiyle besliyor.
“Ey okur,
her şey 1968 senesinde başladı.” Cümlesiyle açılan romanda, geçmişe doğru bir
yolculuğa çıkarken her şeyin nasıl bir süreklilik içinde olduğunu, bugünün de
dünün bir devamı olduğunu hissedecek ve insan zihninin kadim soruları üzerine
düşünmeye başlayacaksınız.
Gölgeler ve Hayaller
Şehrinde, bizi zamanımızın sıkıcılığından
kurtaracak tarihi hikâyeler okumak isteyenlere iyi gelecek, zihin açıcı, edebi
lezzeti oldukça yüksek bir kitap.
“H.G. Wells üstadımızın makinesine binip geriye dönmek
isterdim Alex, çok değil beş sene öncesine sadece. İnsan mutluluğun kıymetini mutsuzluk ânında fark ediyor ne yazık ki.
Benim, hayatım dediğim şu garip maceranın en mutlu zamanları hep geride kaldı.”
* Hamiş: “Zamanımızın Sıkıcılığından
Kurtaracak Tarihi Hikâyeler”e ihtiyaç duyduğumuz kitabın açılış mektubunda yer
alıyor.
türk okumuyordum uzundur
YanıtlaSilen son oğuz atay okumuştum yerli
bunu da okurum herhalde
:)