VAZGEÇMEK ya da VAZGEÇMEMEK...
“Vazgeçtiğin
topraklar senindir.”
Yıllar önce
bir yerde okumuştum bu cümleyi, İncil’de geçtiğini yazıyordu; ama yazı neydi,
ne anlatıyordu hiç hatırlamıyorum. Yalnızca bu cümleyi seçmiş zihnim;
okuduğumda çok etkilendiğimi anımsıyorum. Neden etkilendiğimi sorsanız verecek
bir yanıtım yok. Ne demek istediğini anlamamıştım bile. Yıllarca da anlamadan
hafızamda taşıdım; ara ara anımsadım, hatta alıntıladım… Her kitabın, her cümlenin, her sözcüğün bir
vakti olduğuna inanırım ben. Bu cümlenin de bir vakti varmış. Bir mevsim
dönümüne rast geldi bendeki zamanı.
Geçtiğimiz
yaz başı, hayatıma bir adım dışarıdan bakmak istedim. Kabuğumun dışına çıkmak,
nerede durduğumu, neler yaptığımı daha fazla hissetmek, fark etmek, bilmek
istedim… Hayatımın altını üstüne getirdim biraz. İnsanlar gitti hayatımdan;
anılar, eşyalar, fazlalıklar… Uzun bir sabah yürüyüşünde, “Vazgeçtiğin
topraklar senindir.” Cümlesi düşüverdi aklıma. Yanı başımda Boğaz, kafamın
üstünde martılar, zihnimde bir cümle; saatlerce yürüdüm. Ve düşündüm.
Vazgeçtiklerimi,
vazgeçemem sandıklarımı, vazgeçmem gerekenleri… Hayatımın dökümünü yaptım bir
nevi. Evirdim, çevirdim. Ve, insanın her şeyden vazgeçebileceğini fark
ettiğinde, tam da o anda, yalnızca o hisle özgürleştiğini anladım.
Gerçekten, ancak o zaman özgürleşiyoruz. Aksi, hep bağımlılıklar, mutsuzluklar,
ağır yükler…
Hayatımızda
vazgeçemeyeceğimizi sandığımız, orada olması için durmaksızın çaba
gösterdiğimiz, soluksuz kaldığımız şeyler mesela? Unvanlar, evler, arabalar,
para, işler, yiyecekler, adamlar, kadınlar… Canhıraş bir çabayla uğruna
didindiklerimiz; korumak, arttırmak, sürdürmek için nefessiz kaldıklarımız…
Hangisi ne zaman gerçekten bize ait?
İyi bir
sitedeki bilmemkaç metrekare evde oturmak uğruna her gün 12 saat asık bir
suratla bir ofise kapanınca o eve sahip olabiliyor muyuz sahiden; yoksa ev sahibi olma hırsımız mı bizi ele
geçirmiş oluyor? İsmimizin önüne ekleyeceğimiz unvanlar, koca koca makamlar
için koştururken; değerlerimizden ödün verirken, saçmalıkları sineye çekerken o
unvan bizim mi, bize mi ait oluyor sahiden? Ya da her gün mutlaka dediğimiz,
“ayy yok içmeden ayılamam” sandığımız
kahveler, çaylar, keyfini yitirip de bağımlılığa dönüşmüyor mu?
O olmadan
yaşayamam, vazgeçemem sandığımız her şey bizi ele geçirip ağırlaştırmıyor mu?
Oysa, insan, her şeyden vazgeçebilir
bence.
Oturduğu
evden, arabasından, kitaplarından, sevdiği adamdan, çikolatadan, o güzel gözlü
kadından, unvanından, hesap cüzdanından, kredi kartından… Gerçekten, vazgeçebilir.
Ve hepimizin
hayatı, vazgeçebildiğimiz şeylerin toplamı kadar esasında. Vazgeçemem
sandıklarımız, bizi yok edenler, ele geçirenler, tüketenler. Vazgeçebildiklerimiz kadarız biz.
Sevdiğin
adamdan vazgeçebildiğini hissettiğin o an; onunla olmak bir zorunluluk, bir
bağımlılık değil de bir tercih olduğunda sağlıklı bir duyguya dönüşüyor
içimizdeki, güzel bir ilişkiye dönüşüyor aramızdaki bağ. Yalnızca “İçmesem de
olur ama içmek istiyorum.” Deyip yudumlayabildiğimiz kahvenin tadını alabiliyoruz.
Her an gidebilecekmiş gibi, kimseye eyvallahımız olmadan, doğru bildiğimizi,
değerlerimizi ortaya koyarak çalışabildiğimiz sürece hakkını verebiliyoruz
sahip olduğumuz masaların, unvanların, makamların… Vazgeçemediğimizi
düşündüğümüz sürece ise omzumuzda taşıyoruz mahkum olmanın yükünü.
Ağırlaşıyoruz, azalıyoruz, yok oluyoruz.
Etrafınıza
bir baksanıza! Ne çok insan var değil mi; ne çok insan var bunca gereksiz yükü
taşıyan? Yorgun, mutsuz, kendine yabancılaşmış suratlarla yanı başımızdan geçip
giden…
Bir şeyden
vazgeçebileceğini hissettiği an gerçekten sahip oluyor insan o şeye.
Özgürleşiyor. Hafifliyor. Güçlü ve emin adımlarla ilerleyebiliyor.
Nihayetinde,
hepimiz vazgeçebildiklerimiz kadarız.
Sahi, siz, elinizde sandıklarınızın
hangilerine “her an vazgeçebilecek kadar” sahipsiniz gerçekten? Ne kadar
çoksunuz, ne kadar azalmışsınız; nelerin bedelini yük etmektesiniz ömrünüze?
içinde bulunduğumuz beden bile bir gün bizden gidecekse, diğer tüm şey zaten geçici süreyle bize sunulmuş lezzetlerdir bence.
YanıtlaSildaha çok yer görmek, güzel meyveler tatmak, istediğimiz giysileri alabilmek ve sevdiklerimizin yüzünde tebessüm uyandıran hediyeleri alabilmek için para kazanıyor olmayı başarmak lazım, değil mi?
yani aslında bir zihin devrimi. ya da yalnız yürüdüğün ve keşfettiğin yolları, doğduğun evi ve okuduğun ilkokulu göstermek isteyeceğin kişiyle yaşama devam etmek arzusu. yanındakini değiştirmeden, onun tatlarını kendi tatlarınla birleştirerek yeni ve daha farklı bir ürün ortaya koyamaz mıyız?
tabi ki yapabiliriz : amaçlarımızı ve ne istediğimizi biliyorsak, zihnimizde önce kendimizle ilgili gelişim hedefimiz varsa; vazgeçebildiklerimiz (her an yanımızda olacağından emin olduklarımız) zaten bizimle olur.
(yazı için teşekkürler, sevgiler)
“Vazgeçtiğin topraklar senindir.” O kadar güzel yazmışsınız ki... Bu aralar benim de çokça sorguladığım ve içimde sancılarını yaşadığım bir konuydu. Her cümleye hak vere vere okudum. Adeta düşündüğüm her şeye tercüman olmuş. Teşekkürler :)
YanıtlaSilSevgiler...
Beyza
"Nihayetinde, hepimiz vazgeçebildiklerimiz kadarız"çok anlamlı ve gerçekten doğru....vazgeçebilmek ...kendimiz olmalıyız...hayallerimiz olmalıyız.faturaları ödemek için bir çok yol bulabilirsin ancak olmak istediğin insan olmak için yalnızca bir şansın var...
YanıtlaSilgerçekten teşekkürler...
kaleminize ve yüreğinize sağlık ...
Bir yerlerinde o afili eğitim hayatımızın vazgeçmeyi de öğretselerdiyde, koca bir hayatı heba etmeseydik keşke
YanıtlaSilOkumaya başladığımda yorum kısmına vazgeçebildiğimiz kadar özgürüz yazmayı planlamıştım ki metnin son kısmında bahsetmişsin. Çok haklısın. Vazgeçmek çoğu zaman arınmak, yalınlaşmak ve belki de kendini bulmak. Vazgeçme cesareti göstermek ise başlı başına bir devrim. Ben şahsım adına vazgeçebilenlerden olmayı yeğlerim. Bu içten satırlar için de teşekkür ederim. Sevgiler.
YanıtlaSil