Heyhat...
“Yol çekiyor canım…
Yollara çıkasım var bu ara… Neresi olduğu pek mühim de
değil… Maksat yolda olmanın güzelliği sinsin üzerime, küçük bir çantaya
sığdırayım yapacaklarımı; dağınık, yalnız, telaşsız gideyim öylece…
Mesela Kaş’a… Bir tepeden bakayım uzaktaki adalara… Denize
gireyim gün daha yeni doğarken… Saçlarımda tuzlu sular, yürüyeyim taş
sokaklarda…
Veya Bozcaada’da öğleden sonra uykusundan uyansam, kendimi
denize atsam… Serin bir sofradan kalkıp sabaha dek kitap okusam… Masamda
okunmak için bekleyen kitaplar tükense, sözcüklerin içinde kaybolsam gecelerce…
Ya da Cunda’da küçük bir pansiyonda, salaş bir masada
kahvaltı etsem uzun uzun… Yazılar yazsam iki öğün arasında… Döksem içimdeki
zehri… Anlatsam, hep anlatsam… Yoruldukça denize baksam…
Şimdi, öyle yorgunum
ki… Onca telaş arasında; yapılacaklar, edilecekler, yetiştirilecekler
birikmişken içimde yalnızca yol çekiyor canım… Bilmediğim sokaklarda yürüyesim,
güzel sofralarda soluklanasım ve uzaklaşasım var…
Heyhat…”
3 Temmuz 2012 ‘de yazmışım bu cümleleri… Neredeyse 5 yıl
önce…
Bilgisayarda bambaşka bir şey ararken buldum dosyayı. Bir
yazı taslağı hazırlamışım; bu cümlelerden sonrası yok. Yarım kalmış.
Dosyanın tarihine baktım; şaşırdım. Neredeyse 5 sene evvel,
neredeyse şu an hissettiklerimin aynısını hissetmekteymişim.
Ne garip!
Hani olur ya filmlerde ya da kitaplarda; insan gençlik
haline seslenir, öğüt verir falan…. Yarım kalmış yazımı okurken, ben de oturmuş
da yıllar önceki halimle konuşuyormuş gibi hissettim.
“Çok da şeeey etme yaaahu!” demek istedimJ
Bir dolu şey
yapıyorsun; değişiyorsun, dönüşüyorsun, yol alıyorsun. Ama her şey her zaman
mükemmel olmuyor. Olmayacak. Hayatta hep gitmek istediğin, bunaldığın,
yorulduğun vakitler olacak.
Mükemmel seyahatler, şahane sofralar, güzel insanlar… Bir dolu şükür sebebi sunacak hayat sana!
Ve onlarla birlikte sıkıntılar, zorluklar,
imtihanlar koyacak önüne. Bazen devleşecek boğuştukların, bazen çoğalacak iyi ki dediklerin… Kimi zaman her şey
üst üste ; kimi zaman sonsuza dek düzlükmüş gibi gelecek…
Ama hep değişecek.
Doğal olan, bu. Hayatın kanunu, kaderin cilvesi belki; ne
demek gerekir bilmem…
Yani, yorulmak da kaçmak istemek de oyuna dahil. Yani
günahıyla sevabıyla, her haliyle bu hayat bizim.
İyiyken hep öyle devam edecek; kötüyken hiç geçmeyecek
sanıyoruz ya. Hayır, hep öyle devam etmiyor; hayır, geçiyor.
Aslında, şu sıralar yaşadığım yorgunluktan, yapmak
istediklerimden, ruh halimden bahsedecektim bugün… Sanki ömrümde ilk kez bu kadar
yorgunmuşum gibi geliyordu. Hiç bu kadar uzaklaşmak istemedim sanıyordum. Sonra
5 yıl önceki yazımı okudum… Anladım ki, ben eskiden de yorulmuşum; bunalmışım,
bırakıp kaçmak istemişim. Yani, oluyormuş bazen öyle!
Şimdi durmuş, beş sene evvelki yorgunluğumun üstüne
yürüdüğüm yolları anımsadım. Ne çok iyi
ki kalmış geride!
Dedim ki kendime “Madem
öyle… Yine yürürüm, yine yaparım, bir kez daha ayağa kalkarım.”
Yani, bana oluyor öyle… Bazen güçleniyor, bazen
dinleniyorum. Ve biliyorum, her ânı hikayemin; eşsiz bir parçası ömür denilen
seyahatimin.
Yani, ey şimdiki halim:
“Çok da şeeey etme yaaahu!” ;)
Etmeyelim bence de... Teşekkürler paylaşım için...
YanıtlaSil