Nar Ağacı...
10 yıl önce ayrıldığım bir şehre gitmek üzere yola çıkarken çantamdaydı. Havaalanında uçağı beklerken, fotoğrafını çekip, “Yol arkadaşım” notuyla twitterda paylaştım ve kapağını açtığımda, ilk bölümün başında şöyle yazıyordu:
YOL ARKADAŞIM
Garip bir gülümseme yerleşti yüzüme... Okumaya başladım;
daha ilk birkaç sayfada bir kaç satırın altını çizdim; sonra kalemi bıraktım,
okumaya daldım... Su gibi aktı hikaye; içimde akan iki ırmak Setterhan ve Zehra...
Ve yollardayken, içimden geçip giden, görmeyi dilediğim şehirler: Tebriz, Bakü,
Yezd, Batum ve çocukluğumun kenti Trabzon...
Nar Ağacı, Nazan Bekiroğlu’nun, 5 yıl aradan sonra bize
anlattığı yeni hikayesi, yeni romanı...
Yusuf ile Züleyha ile tanışmıştım Nazan Bekiroğlu’yla... Ama
ne tanışmak.... Yusuf ile Züleyha’nın pek çok cümlesini ezbere biliyorum şu
an... Dönüp dönüp kaçtığım başucu kitaplarımından biri...
Ve sonrasında La, Cümle Kapısı, Nun Masalları, İsimle Ateş
Arasında... Ve diğerleri... Bütün kitaplarını okudum, birkaçı imzalı duruyor
kütüphanemde.
Velhasıl, Nar Ağacı, hevesle, merakla beklediğim bir
kitaptı.
Sivas yolunda okumaya başladığım hikayeye Sivas’tan Samsun’a
giden trende devam ettim. Bozkırları, ırmakları, köyleri geride bırakırken
Setterhan’ın, Zehra’nın ve İsmail’in ve geçmişin o sahici insanlarının peşisıra
gidiyordum.
İsmail, Balkan Harbi’ne gönüllü olarak giden o güzel adam,
romanın en sevdiğim karakteri; olanca gerçekliğiyle savaşı anlatırken; vagonlar
içindeki askerleri, hastalıkları, ölümleri susarken, ben konforlu bir vagonda,
tertemiz bir trende ağlıyordum... Camdan akıp giden sapsarı topraklara baktım,
o toprakların sakladıklarını düşündüm, yitip gidenleri, hoyratça basıp
geçtiklerimizi...
Sonra Büyükhanım, dağ gibi bir Anadolu kadını... Gelenek
görenek bilişiyle, nizamı şaşmadan takvimler çıkarışı, düşene de yanındakine de
her daim kol kanat gerişi, onca yokluk arasında eksildikçe çoğalan sofralar
kuruşu... Ah, dedim, tanışsaydım da dizinde oturup Trabzon’u, kendi denizimi ve
muhacirliği dinleseydim...
Ve Setterhan... Ve Zehra.... Nazan Bekiroğlu’nun dedesi
ve anneannesi..
Olup bitenin bir kısmı gerçek, bir kısmı yazarın
muhayyilesi... Ama sözcüklerden insanın içine akanların hepsi, olabildiğince
sahici...
Savaşlar arasında kalan, yerini yurdunu, her şeyini geride
bırakıp İstanbul’a doğru yola düşen
Setterhan ve Trabzon işgal edilince yollara mahkum edilen, muhacir Zehra....
Aşk var hikayede elbet... Ve tarih;
savaşlar, yollar, geçip giden sultanlar, padişahlar... Ve kültür; gelenekler, âdetler,
edep adap... Ve en çok da insan, insaniyet...
Kitapta pek çok cümlenin altını çizdim, yazmaya, paylaşmaya
niyetlendim aslında. Ama sonra vazgeçtim. Nar Ağacı’ndaki onca hikaye, onca
cümle arasından kimin nasibine hangi sözcükler düşecek; kitaba ve her seferinde
o kitabı farklı gözlerle okuyacak olanlara bıraktım.
Ben nasibimi aldım. Heybemde bir dolu sözcük, bir dolu
duyguyla ayrıldım Taht-ı Süleyman’dan,
Nar Ağacı’nın dibinden...
Yazının üzerine okumaya karar verdim :) Ellerine sağlık.
YanıtlaSil