And The Waltz Goes On… *


Bambaşka şeylerden bahsetmek için açmıştım önümdeki sayfayı. Kafamda yazılmak üzere bekleyen farklı farklı şeyler vardı; nasıl toparlayacağımı, nereden başlayıp nasıl bağlayacağımı düşünüyordum. Oysa, rast geldiğim bir video kafamı da kelimelerimi de başka bir yere götürdü.

En sonda söyleyeceğimi en başta yazacağım bu kez.

Yazımın başlığı, And The Waltz Goes On, ünlü oyuncu Anthony Hopkins’in bestelediği eserin adı. Evet, bestelediği!  Yıllarca sakladığı, sonra bir gün Viyana’da ilk kez yorumlandığında Hopkins’in gözlerinde çocuksu bir heves ve heyecanla dinlediği, enfes eserin adı. İlk seslendirilişini şuradan seyredebilirsiniz. Hatta muhakkak seyretmelisiniz;)

Ben, videoyu birkaç kez seyrettim. Esere bayıldım. Albümü satın alıp telefonuma indirdim. Şu an bile kulağımda melodi.  Ama ondan da öte, tüylerimi diken diken eden şey, Anthony Hopkins’in hali, tavrı, bakışları oldu… Kocaman bir adam, ünlü bir oyuncu, bir sürü hayranı olan usta bir aktör. Oysa ben sanki  yaptığı resmi annesine gösteren bir çocuğu gördüm seyrettiğim videoda.  Parçayı dinlerkenki  o heyecanı, bakışlarındaki çocuksu sevinç; ürkek, sevinçli ve haz duyan duruşu beni benden aldı!

Üretmenin hazzını ve heyecanını düşündüm.

Rutin hayatlarımızda çoğu kez unuttuğumuz,  yaşayamadığımız  “ürettiğimiz şeyi paylaşmanın eşsiz güzelliği”ni düşündüm.

Oysa hayat, o çocuksu heyecanda, neşede ve heveste gizli biraz da…

Benim annem ev hanımıydı. Yani, hiç mesaili bir işi, düzenli gittiği bir ofis ya da kendini adadığı bir sanat dalı olmadı. Ama, kurduğu sofralarda, yaptığı yemekleri ikram ederken gözünde gördüğüm neşe ve istek, Anthony Hopkins’in duygularından geri kalmıyordu.

Yani, demem o ki; büyük büyük şeyler yapmaya ya da tüm köprülerimizi yıkıp kuracağımızı sandığımız başka dünyalara ertelediğimiz duygular değil mühim olan! Mesele, ürettiğimiz her neyse;  bir sunum, proje ya da yaprak sarma, belki bir şiir belki bir melodi, fark etmeksizin, hevesle ve inançla ve neşeyle paylaşabilmek ürettiğimiz şeyi. Bizden çıkanı, içimizden geleni, emek ve özenle yoğurduğumuzu sunabilmek güvenle.

Modern zaman depresyonları çoğu kez o duygunun eksikliğinden kaynaklanıyor bence. Çünkü, hiçbir şeyi gerçekten içimizden gelerek, bizden bir şeyler katarak yaptığımızı düşünmüyor; içtenlikle paylaşmıyoruz. Unvanlar, kurallar veya öğrenilmiş davranışlar ardına gizliyoruz sunma halimizi. Ya da hep bir maskeyle, bizden olanı değil; bize yakıştırılanı/üstümüze giydirileni sürdürmeye çalışıyoruz. Yavaş yavaş yitiriyoruz çocuksu heyecanımızı, hevesimizi, yaşam neşemizi…

Oysa, öyle kolay ki…

Basit birkaç yemeğe ufak dokunuşlarımızı katarak neşeli sofralar yaratmak, rutin bir raporda kimsenin akıl edemediği küçük eklemeler yaparak gururla mail atmak ya da gizliden gizliye yazdığımız yazıları birkaç arkadaşa hevesle okumak…

Hayat, akıp gidiyor. Çoğu kez bir düzen içinde. Zorunluluklarla dolu bir biçimde. Bazen sıkıcı, bunaltıcı, yorucu. Çoğumuzun hali olmuyor, hevesle yeni bir şeyler söylemeye. Kendi içimizden geçeni fark edip de dile dökmeye. Oysa ömür dediğimiz hediye, ancak bizden geleni hevesle paylaştığımızda, içimizi dışarı döküp de çoğaldığımızda, çağıldadığımızda akıp gidiyor aslında… Yoksa tıkanıyor, kuruyor, kaskatı kalıveriyor.

O yüzden dökün bence içinizdekileri; herhangi bir biçimde. Sevdiklerinizle paylaşıp çoğaltın incelikleri, güzel şeyleri…

Hayat akıp gitsin, vals devam etsin diye…
 
 

* Ve Vals Devam Eder...

Yorumlar

  1. Hannibal filmiyle kesfetmistim bu üstayi; bence dünyaya oyunculuk için gelmiş. Yada bir diğer deyişle; kendisine verilen karaktere en iyi şekilde adapte olabilmeyi başarabilmek.
    Peki duyguları, cümleleri ertelersek ne kadar biz olabiliriz ki: işte insan tam da bu noktada eksik olmaya baslayabilir. Birakin gitsin o guzel cumlelerinizi, sadece siz de kalirsa bir anlami olmaz.
    Küçük detaylar yön veriyor bazen uzun yolda yuruduklerimize.
    Yazıda geçen , bize ait küçük dokunuşlar ve bunların farkedilmesi; videodaki yüz ifadesinin oluşmasını sağlıyor ki : çogalmak , tam olmak ve nefes aldığını hissetmek.
    Elinize ve yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Modern zaman depresyonlari bence imanı eksiklikten kaynaklanıyor. İnsanlar boşluğa çok kolay düşüyor. Zevk , kariyer derken doyuma ulaşıp boşluğa düşen insan belki hayatı paylaşarak kendini biraz toparlayabilir. Ama sonuç itibari ile o boşluk dolmadıgi için yine tekrara düşecek...

    YanıtlaSil
  3. Modern zaman depresyonlari bence imanı eksiklikten kaynaklanıyor. İnsanlar boşluğa çok kolay düşüyor. Zevk , kariyer derken doyuma ulaşıp boşluğa düşen insan belki hayatı paylaşarak kendini biraz toparlayabilir. Ama sonuç itibari ile o boşluk dolmadıgi için yine tekrara düşecek...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Osman ve Yeniden Kitap Kulübü

Ev...

Hafta Sonu Yeşil Bir Kaçış: Ortanca Evleri