Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hakikat, Elbet Bir Gün...

Resim
Beni çok etkileyen, kafamı açan, kalbime dokunan bir oyun seyrettim! “Bütün normallerin değiştiği, değerlerin alt üst olduğu 'uzak' bir ülke.. Hakikat, Elbet Bir Gün yerel bir masumun, bir gün hepimizin cebinden çıkması muhtemel o son mektubunun hikayesi.. Distopik bir masal..” Yazıyordu tanıtım metninde. Önce distopik olması ilgimi çekti; ardından oyun metninin 2017 yılı Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü almış olması ve oyuncu kadrosu, “ Bu oyunu seyretmeliyim! ” dedirtti. En yakın tarihe bilet aldım; çok fazla yorum okumadan gittim izlemeye. Baba Sahne’de koltuğuma oturup oyunun başlamasını beklerken, sahnedeki o yabancılaştırıcı etki zihnime nüfuz etmeye başlamıştı. Sahnedeki her şeyin üstünü örten ve bulanık haliyle her yanı “ renksizleştiren ” kocaman perde, sıkı bir hikayenin girizgahı gibiydi. Oyun başladı. İlk 10-15 dakika zihnim bulandı; kafamda oturmadı parçalar, anlamadım hatta, hikayenin içine giremeyince ufak bir hayal kırıklığı yaşadım. Sonra

#SeyirListem : Bu Sezon Seyretmek İstediğim Tiyatro Oyunları

Resim
Tiyatro oyunu seyretmeyi çok seviyorum! Her ay birkaç oyun seyretmeye çalışıyorum. Bu sezonu Ekim ayında seyrettiğim Teftişör ve Julie ile açtım. Kasım ayı için de Tiyatro Festivali biletlerim hazır! :) Planlı programlı bir seyirci değilim ben. Kafama estikçe, denk geldikçe bilet alıyorum! Sevdiğim yazarlar, ekipler var; onları takip ediyorum. Ama çok alakasız şeyleri de eğer beni bir noktada çekerse hiç tereddütsüz seyrediyorum. Bu sezon bir değişiklik yapıp seyretmek istediğim oyunların bir listesini yapayım dedim. Herhangi bir sıralama mantığı yok; öyle aklıma geldiği gibi, rast gele yazdım oyunları. Kafamdaki liste güncellendikçe burayı da güncellerim;)  Tiyatro Festivali biletlerim: ·         Hamle t http://tiyatro.iksv.org/tr/yirmiikinci-istanbul-tiyatro-festivali-2018/hamlet-collage ·         Amor http://tiyatro.iksv.org/tr/yirmiikinci-istanbul-tiyatro-festivali-2018/amor ·         Gece Sempozyumu http://tiyatro.iksv.org/tr/yirmiikinci-istanbul-tiyat

BiDestek ile Fayda Yaratabileceklerini Keşfet: Sibel Karamaraş ile Röportaj

Resim
Sibel, benim üniversiteden arkadaşım. Tam olarak nasıl tanıştık, samimiyetimiz nasıl gelişti hiç hatırlamıyorum; yani böyle keskin bir tanışıklığımız yok. Her şey usul usul gelişti bir nevi! J Sibel Karamaraş , sürekli üreten, hiç durmayan, aynı anda bin bir şeyi olduran kadınlardan. Hani vardır ya elini attığı her şeyi güzelleştiren, sürekli başka projeleri var eden, hayranlık uyandıran kadınlar… İşte, Sibel de öyle bir kadın.   KahvelikbySibe l ‘de sağlıklı atıştırmalıklar yapıyordu-ki hala tatları damağımda J -, Harekete Destek Milongalar ıyla Omurilik Felçlileri Derneği için yüzlerce kişiyle dans etti,   şimdi de Bidestek ile iyiliği çoğaltacak, sosyal fayda yaratacak tüm hareketleri tek bir çatı altında topluyor! :) 1.       Seni tanıyalım Sibel. Hikayen nerede başladı, nasıl gelişti? --- (Sen kimsin, nesin, nasıl bir hikayen var:)) Selam Merve, aslında bu konuda hiç susmayabilirim ama kısaca anlatmaya çalışacağım 😊 Hikayem Norveç’te başladı ve 7 sene ora

Ajanda

Resim
Eylül'de her gün bir yazı yazdıktan sonra, Ekim'de blogu ihmal ettim. Koca bir ay hiç yazı yazmadan, göz açıp kapayıncaya dek bitti. Kasım geldi. Peki Ekim nasıl geçti? Koşturmacalı, yoğun, keyifli bir aydı. Neredeyse her gün bir plan bir program vardı ajandamda. Oldukça verimli geçti yani Ekim:) Ajandamın ekim ayı:) Ajandamın Kasım sayfası da epey dolu aslında. Gideceğim tiyatro oyunları, filmler, etkinlikler... notlarım renklendikçe benim de içim şenleniyor. Bir yandan bazen de şu koşturmaca içinde kaybolmuş hissediyorum. Müthiş bir zaman baskısı hissediyorum ara ara. En son geçtiğimiz Pazar sabahı 8.30'da uyanınca, kendimi suçladım; geç kaldım diye! Çünkü sabah yürüyüş yapıp evde işleri toparlayacak ve okuldaki bir eğitime yetişecektim. Planladığımdan geç uyanınca kafamdaki akış biraz aksadı tabi. Kendime kızdığımı farkedince durdum. Yahu, dedim, ben ne yapıyorum? Tamam plan program yapmak güzel. Farklı farklı işlere koşturmak, besleyici. Evet, bir sürü şe

Eylül Toparlandı Gitti!

Resim
" Eylül toparlandı gitti işte. Ekim falan da gider bu gidişle... Tarihe gömülen koca koca atlar; Tarihe gömülür, o kadar. " Eylül bitti. Bir ay boyunca Japonkedi ' nin başlattığı challenge'a katılıp her gün bloga yazı yazdım! Bir heves başladım, bitirir miyim emin değildim; ama bitti. Ve ben bu Eylül boyunca her gün bir yazı yazdım! :) Bu ayın ilk yazısına geri dönüp bakınca anımsadım; saat 12 olmadan yazayım da bu mevzuya ilk günden başlayayım istemiştim. İyi ki istemişim! Bazen evde kahvemi içerken, bazen yolda telefondan, bazen bir arkadaşımın evinde, hatta bir kez de bir doğum günü kutlamasında yazdım. Her gün ne yazsam diye düşündüm. Her gün, bugün nasibimde ne var diye bakındım. Durdum, düşündüm, yazdım. Öyle iyi geldi ki! Bu yazıyı, dün detaylı bahsettiğim Ortanca Evleri 'nde, minnak kulübemizin balkonunda oturmuş yazıyorum. Ve Eylül'ü düşünüyorum, geçtiğimiz günleri ve şu an'ı ve önümde duran zamanı. Önüm arkam sağ

Hafta Sonu Yeşil Bir Kaçış: Ortanca Evleri

Resim
Bu hafta sonu epeydir aklımızda olan ama birkaç kez denk getiremeyip bugüne ancak ayarlayabildiğimiz bir yere kaçtık!  İstanbul'a 2 saat kadar uzaklıkta, sakin ve yemyeşil bir yer burası! :) Ortanca Evleri Şahane bir bahçeye açılan üç küçük ahşap kulübe var. Bu kulübelerden birinde konaklayacağız bu akşam. Bu akşamki evimiz:) Şu yaşımda en çok ihtiyaç duyduğum şey, doğada vakit geçirmek, yeşile bakmak ve kendimi doğal olanın akışına bırakmak oluyor. O yüzden böyle kaçış noktalarını çok seviyorum! Ortanca Evleri ' ne geleli birkaç saat oldu aslında; ama buraya bayıldım! :) Burası aslında Nihal-Faruk Demireli çiftinin evleriymiş . Zaman içinde misafirlerini ağırlamak için üç ahşap kulübe yapmışlar; sonrasında da rezervasyonla konaklama hizmeti sunmaya başlamışlar. En fazla altı kişiyi ağırlayabilen, sanırım büyümeye de pek niyeti olmayan, küçük ve butik bir alan anlayacağınız. Reklamına, duyurusuna hiç denk gelmedim ben; daha çok deneyim

Gün...

Günler, garip bir hızla akıp gidiyor. Şu ay nasıl başladı; nasıl yarılandı, nasıl bitiyor hiç anlamadım! Yıl bile bitmeye yaklaşmış... Böyle böyle mi yaşlanıyorum acaba? Hızla ve farketmeden. Bir ayın, bir haftanın, bir günün yapılacaklarının üstü çizildikçe ömrümden bir vakit daha eksiliyor. Bugün de sabah hava yeni aydınlanırken başladı. Kahve yaptım, gözümü daha tam açamazken pencerenin önündeki ceviz ağacına baktım, battaniyenin altına kıvrılmayı hayal ederek banyoya gittim. Giyindim, ağır ağır hazırlandım; kahveyi içmeye üşenip evden çıktım. Dolmuşa yürüdüm hızlı  adımlarla, saçma şarkılar dinledim yol boyunca. Ofise varıp masama oturunca gün, e-postalar ve telefonlar arasında akmaya başladı. Yoğun, bazen boğucu, bazen de eğlenceli bir iş günüydü. Çok kahve içtim, biraz telaşlandım, epeyce yoruldum. İş çıkışı Taksim’e geldim; pek sevdiğim bir arkadaşımın doğum gününe geldim. Şimdi kalabalık bir sofrada oturmuşken yazıyorum bu satırları. Masada sohbet koyulaşmadan; her gü

Oyun...

Resim
Bugün Japonkedi , blogunda üsüne düşünülesi bir konudan bahsetmiş. Ders verirken oynattığı bir oyunda,  ki bu oyunu drama liderliği eğitimlerinde epeyce oynamışlığım var, "Uzaya gitmek isteyenler?" diye sorduğunda kimsenin yerinden kımıldamadığını gözlemlemiş. Girişimcilik konulu bir eğitimde gençlerin konfor alanının ötesini oyunda dahi düşünmemeleri garip gelmiş elbette... Yazıyı okur okumaz, eğitim işleriyle de ilgilenen bir arkadaşıma gönderdim; " Şimdiki üniversiteliler bir acayip! Bababannemgiller gibiler. Benim de gözlemlediğim bir şey bu. " yazmış. O da öyle söyleyince, bir düşündüm. Hakikaten ben de benzer şeyler düşünüyorum sanırım. Yani oyun oynarken bile olsa bir adım ötesine cesaret edememek... Aman çocuğum, ah yavrum ekolünün işi biraz da galiba. Kapalı sitelerde, fazlasıyla hijyenik ortamlarda, hep kendi gibi insanlar arasında yetişen çocuklar, bir başkasını kolay anlayamıyor ve daha ötesini hayal edemiyor sanırım. Çocuğum

Dinle-n-mek...

Akşam işten çıkmış pilates stüdyosuna doğru giderken, çok sevdiğim bir arkadaşımla çıkıyorduk metronun merdivenlerinden. Zorlandığı, yapıp yapmamakta tereddüt ettiği bir görüşmeden bahsetti bana gözleri dolu dolu... Gülümsedim, "Sen çok güçlü birisin." dedim; en bilmiş halimle. "Güçlüyüm; belki de değilim... Bilmiyorum." dedi. Birkaç adım daha atıp ayrıldık; sarıldık. Güzel şeyler söyledim. Sonra tek başıma stüdyonun olduğu o heybetli binaya yürürken düşündüm. Neden "güçlüsün" dedim ki; daha doğrusu neden illa bir şey söyleme ihtiyacı hissettim? Çoğu zaman olur ya hani biri bir şeyler anlatır bize; biz de sıralamaya başlarız, g üçlüsün sen, çok akıllısın, bence şöyle yapmalısın, bak şu şu olacak, şöyle yaparsan bu olur, amaaan senin halledemeyeceğin şey mi bu, aslansın, dediğimi dinle, bi kere benim de başıma şöylesi gelmişti, kralsın... Bir dolu şey söyleriz. Destek olmak için, yol göstermek için, anladığımızı göstermek için. Oysa bazen, tüm cüml

Dolunay...

Resim
25 Eylül, yani bugün Koç burcunda Dolunay varmış. Ben bu olaylardan anlamam aslında; ama yine de böyle dolunayın etkileri, güneş tutulmasının getirdikleri , gezegenlerin açısı .. vs temalı yazıları okumak hoşuma gidiyor! :) Bugün de Junoastrology'de bu Dolunay'ın etkilerine dair bir yazı okudum. Yazıdaki bir cümle çok hoşuma gitti. "Belki bu DOLUNAY’da geliştirmemiz gereken en önemli farkındalık; HAYATTA KALMA ÇABAMIZIN TEMELİNE KORKUYU DEĞİL ANLAMLI VE DOYUMLU BİR HAYAT SÜRME ŞEVKİ Nİ KOYMAKTIR!" Hayatta kalma çabamızın temeline anlamlı ve doyumlu bir hayat sürme şevki koyabilmek çok temel bir bilgelik adımı gibi göründü gözüme, birkaç kez okuyunca. Sonra düşündüm. Korkularımla sürdürdüğüm pek çok şeyi düşündüm. Gelecek kaygısı, aileye layık olma çabası, toplum baskısı... Bir dolu endişeyle kendime ket vurduğum; içimden gelenle değil de diğerinin bana öğrettiği ya da korkunun bana yap dediğiyle attığım adımları koydum önüme. Ne çoklarmış,

Hayat...

Resim
Eylül, olanca güzelliğiyle ve oldukça hızlı akıp gidiyor. Mevsim dönümü, yenilenme vakti derim hep Eylül için. Bu yıl, tam manasıyla hakkını verdi. Bir dolu başlangıçla karşıladı beni. Epeydir aklımda olanları derleyip toparlıyorum. Araştırıyorum; neler yaparım diye kafa yoruyorum. Netleştikçe uzun uzun anlatırım zaten aklımdakileri... Tutamam içimde:) Uzun bir uykudan uyanmış da yeni bir günü karşılıyormuşum gibi hissediyorum... Güneş doğmaya yakın. Gözlerim açık. İçim, umut dolu. Eylül, çok güzel geçiyor...

Ayna...

Resim
Birkaç yıl evvel, Judith Liberman 'ın bir eğitimine katılmıştım. Masal anlatmak ve hikaye üstüneydi esasında. Arada ufak ama beni çok etkileyen bir uygulama yaptırmıştı. Uygulama şöyleydi: Hoşlanmadığımız, hatta çok güçlü negatif duygular hissettiğimiz, özellikleri düşündük. Mesela siz birinde nelerden nefret edersiniz? Bayağı bayağı bunu düşündük. Diyelim ki  dırdır eden, lakayt, sürekli olumsuz konuşan, katı, dar düşünceli...vs. insanlardan acayip rahatsız oluyorsunuz... İşte böyle bir kişisel rahatsız olduklarımız listesi hazırladık. Bu özelliklerle dolu bir insan yarattık, yazarak. Hatta o kağıt üstündeki insana isim verdik. Sonra Judith , bu insana iyi bakın dedi. Bu insan aslında sizin aynanız. Size, içinizde ne olduğunu; neye ihtiyacınız olduğunu söylüyor. Aynaya bakınca yansımanda sağının sol olması gibi belki... Birinde rahatsız olduğun neyse, sana ihtiyacını anlatıyor aslında.  O gün birkaç saatlik konuşmadan başka bir sürü alanda daha, çok şey öğrenmiş olara

Şahane Kadınlar ve Güzel Sofralar...

Resim
Dün akşam, çok sevdiğim şahane iki kadınla aynı sofradaydım. Leziz bir şişe şarap , bol karbonhidrat ve içimi güzellikle dolduran bir muhabbet vardı masada. Hayattan, ilişkilerden, yapmak istediklerimizden bahsettik çokça. Bir dolu saçma şeye kadeh kaldırdık. Çok güldük:) Bir ara, arkadaşımın hayatında yaptığı büyük değişiklik sonrasında önündeki adımlar için diğer arkadaşım şöyle bir şeyler söyledi: Kadınlar yürütücüdür. Yani sürdürmek üstüne çalışır kafalarımız. Bir ilişkiyi, evin düzenini, işi, eşyaları, evliliği... Her şeye rağmen, etrafımızdaki ya da içimizdeki şeyleri korumaya-sürdürmeye odaklı gideriz. Ve duygusal olarak da bunun sorumluluğunu üstleniriz. Buna alışırız.Ve hayatımızdaki değişimler sonrasında da, evvel sürdürdüğümüz şeyleri yeniden kurup-yeni ama benzer bir şeyi sürdürmeye çalışırız. Mesela, bir evliliği sürdürmeye çabalarız; ne olursa olsun sürdürmeyi görev biliriz çoğu kez. Ve olmadığında, tıkandığında sanki bizim suçumuz-bizim başaramadığımız bir ş

#YazAjandaya Tiyatro Festivali, FilmEkimi ve Sezon Güzellikleri...

Resim
Eylül'ün bir güzelliği de kültür-sanat sezonunun başlangıcı sayılması herhalde. Yaz boyu sinemaya gitmemekten, tiyatro salonu görmemekten ve festival kafası eksikliğinden sarsılan bünye Eylül'de silkinip kendine geliyor, her yıl! :) Bu yıl da Eylül, bereketiyle geliyor. Önümüzde Tiyatro festivali, FilmEkimi ve kocaman bir sezon var. 22. İstanbul Tiyatro Festivali İKSV 'nin düzenlediği tiyatro festivalin bu yıl 22. kez gerçekleştiriliyormuş. Ben İstanbul'da yaşamaya başladığımdan beri takip etmeye, özellikle gelen yabancı oyunları seyretmeye çalışıyorum. Festivale en çok şükrettiğim şey yıllar evvel, 2011'di galiba, dünya gözüyle Kevin Spacey'i III.Richard'da seyretmiş olmam! Bu yıl da festival programı açıklanınca heyecanlandım. Oyunları biraz inceledim ve birkaç oyuna bilet aldım. Oyunları seçerken en büyük yol göstericim Gül oldu, kendisine minnettarım;) En merak ettiğim ve ilk bilet aldığım oyun Hamlet .Nasıl bir Hamlet yorumu seyredeceğ

Hikayeyi Değiştirmek...

Resim
Geçenlerde bir    yazıya    denk geldim; aşağıdaki kısmı çok hoşuma gitti! Kısaca “ Hayatımızdaki değişim ile başa çıkmak için yeni bir öykü, ‘narrative’ yaratmalıyız. Öykü denen şey, ‘sen kimsin?’, ‘sen ne yaparsın?’ sorularına verilen cevaptır ve alışageldiğimiz öykümüzü değiştirmek, kendimiz ve çevremiz için kim olduğumuzun yanıtının kaybı, acı vericidir.  ” diyor. Hakikaten çok doğru! Değişmek için, yeni hikayeyi düşünmek gerekiyor sanırım önce! Acı verici olsa da yine de hikayeyi yaratmak, kurguyu oturtmak gerekiyor.  Hakikaten ufuk açıcı bir yaklaşım. Kafamı açtı.  “ To be able to cope with change, we need to create a new narrative. Creating a narrative means how we talk about ourselves. How we structure the answer to the questions like "who are you?" or "what do you do?" constitutes our narrative. Changing our narrative, however, involves a great loss and can be very painful. The loss of who we were to ourself and others.”