Sabah...

Penceremizin önünde bir ceviz ağacı var; mevsimleri o ağacın dallarından takip ediyorum ben. Baharda yemyeşil coşuyor, sonra yavaş yavaş yapraklarını döküyor. Şimdi kupkuru dalları mesela, aralarından Boğaz'ın suları görünüyor.

Sabah camdan baktım uzun uzun. Ceviz ağacını, vakti, geçirdiğimiz ve içinden geçmekte olduğumuz mevsimleri düşündüm. İçime daldım.

Bu aralar kaybolmuş hissediyorum. Ve yaşlanmış; yaş almış, yorulmuş. Ve yalnız. Ama bu yorgunluk ve yalnızlık, böyle tam anlatabileceğim ve hatta anlayabildiğim türden değil. Sanki ilk defa karşılaştığım biri gibi...

Hala bazen soluksuzca koşturuyorum. Sevgilim, ailem, arkadaşlarım... Etkinlikler, planlar, kalabalık sofralar, dolu dolu ajandam... Ben tüm bunların  arasından sanki bir suyun kıyısında oturmuş da akan suyu izlermiş gibi geçiyorum. Her şeyin dışındaymışım gibi geliyor bazen; ve birbirimize değmeden, dokunmadan yaşadığımızı seziyorum bir süredir.

Dün sabah, üniversiteden arkadaşlarımızla çok sevdiğim kalabalık bir arkadaş grubuyla, birimizin evinde kahvaltıdaydık. Sesler, koşturmacalar, boşalan ve dolan çay bardakları arasında hiçbir şeyin "eskisi gibi" olmadığını düşündüm bir an. Yani, işlerden, çocuklardan, hastalıklardan, tanıdıklara dair haberlerden, gündelik bir ton dertten bahsederken niyeyse hep bir mesafede kalıyormuşuz birbirimize gibi hissettim. Ki o masadaki herkes hakikaten kendimi güçlü bağlarla bağlı hissettiğim insanlar. ama nedense, ve içimi buruk bırakan bir şekilde, eski hevesli hallerimiz, kalbimizi sınırsızca ve sorgusuzca açtığımız haller yoktu. Krediler, ülke meseleleri, şakalar, çocuklar, iş teklifleri, evler, eşyalar, aileler... bir dolu şeyin arasında kalbimizden geçenlere, hayallerimize, coşkumuza, tutkumuza, heyecanımıza, "öz"ümüze dair bir şey bulamadım. Kaybolmuş hissettim.

Kendime sordum. Niye  böyle oluyoruz? Yetişkin olmak mı bu, yaşlanmak mı?

Ben, en başta kendim, neden daha az açar oldum kalbimi? Sohbetlerim, yazdıklarım, paylaştıklarım neden azaldı? Bir dolu şeyi, niye yalnızca kendime saklıyorum da kimselere anlatmıyorum?

Herkes için mi böyle bu? Vakit geçtikçe kendine mi kaçıyor insan? Büyümek böyle bir şey mi?

Bir dolu soru üşüştü zihnime.

Cemal'e sorayım dedim. "Sana evde olmak iyi gelmiyor." dedi, güldü.

Öyle belki. Grip vurmuşken, neredeyse dört gündür evin dışında durduğum tek yer o kahvaltı masasıydı.

Haklı belki de... Hastalık, alışık olmadığım biçimde evde yatmak, günün akışını  pencereden seyretmek iyi gelmiyor belki bana...



Ceviz ağacının kuru dalları arasından boğazın suları ışıldıyor, uzakta. Ben bir kahve yaptım. Bir de kek çırptım. Fırındaki kekin kokusu, kahveye karışıyor. İçim karmakarışık, evi toplayayım bari.

Eda Baba'nın yeni albümü çıkmış. Uyandığımdan beri dört kez falan baştan çalıyor sanırım.

"Hayat bir masal kadar kısa,
neden hep meyil yas'a?"

Diyor şarkıda.

Yas değil de, yaş galiba bunlar...

Yürüdüğümüz yollar, geride bıraktığımız haller, değişen ve dönüşen ben'lerimiz; aldığımız yaşlar işte.

Yaşlanıyoruz belki, sahiden.

Yaşlandım belki, bu sabah.





Yorumlar

  1. Epey ara verdiniz, hoş gelmişsiniz :)
    Ben bu duruma yaş diyorum,başkası ne der bilmiyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoş buldum:) ben de yaş diyorum, yaş alıyoruz böyle böyle galiba...

      Sil
  2. Merhaba, sitenize ilk defa geldim ve yazılarınızı incelediğim de hoşuma gitti, takibe aldım. Yayın hayatınızda daima başarılı olursunuz... Sabırla dirayetle yazmaya devam :)... Siteme uğramak isterseniz profilime tıklayarak siteme ulaşabilirsiniz...Selam ve Dua ile...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İki Yıl

Çocukluk

Ev...