Kayıtlar

Aralık, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

CAFE TANGO

Yılın son haftası başlamak üzere; geçen yılın dökümü ve yeni yıl dilekleri diziliveriyor karşımıza. Son mu başlangıç mı bilemiyor iki arada kalıyoruz. Havalar da dengesiz; bir iyi, bir kötü. Garip günler… Bu garip günleri tatlandırmaya çalışıyorum kendimce. 2010’a dair güzel bir tat kalsın damağımda diye:) Geçtiğimiz cumartesi akşamı da, son anda çıkan bir fırsatı değerlendirerek, İş Sanat ’taki Şirin Pancaroğlu- Cafe Tango konserine gittim. Aslında Cafe Tango bir gösteri. Ünlü arp sanatçısı Şirin Pancaroğlu’nun 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamındaki projesi. Proje oldukça başarılı isimlerle yürütülüyor. Arp tellerine dokundukça harikalar yaratan Şirin Pancaroğlu , Arjantinli gitarist Ricardo Moyano , Carlos Gustavo Battistessa , Elif Yurdakul, Evrim Baştaş, Yaz Baltacıgil ve solist Dilek Türkan … Ve geceye danslarıyla dahil olan Selim&Melin çifti. Perde açıldığında bir cafede yer buluyor izleyici. Sırayla sanatçılar giriyor cafeye, masalar doluyor; enstrü

Kaçamak Faslı...

Özgürlüğümüz, yapmak zorunda olduklarımız, koşturmalarımız...Hayat telaşı deyip geçiştiriverdiğimiz şeyler üzerine düşünürken okuduğum ve çok sevdiğim sözcükleri paylaşmak istedim. İnternette araştırınca Can Yücel 'e ait olduğunu öğrendim.-Hayat telaşı içinde kitap taraması yapmaya fırsatım olmadı desem affeder misiniz?- Ne güzel anlatmış... ''Bugünlerde herkes gitmek istiyor. Küçük bir sahil kasabasına,bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara… Hayatından memnun olan yok. Kiminle konuşsam aynı şey… Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği. Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok. Bir kendisi. Bu yeter zaten. Herşeyi, herkesi götürdün demektir. Keşke kendini bırakıp gidebilse insan. Ama olmuyor. Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor. Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor. Böyle gidiyor işte. Bir yanımız “kalk gidelim”, öbür yanımız “otur” diyor. “Otur” diyen kazanıyor. O yan kalabalık zira. İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,güvende olma duygusu… En kötü

Neler oluyor bize?

Kocaman bir binanın yüksek sayılabilecek bir köşesinde, bir pencere buldum kendime, dışarıyı seyrediyorum. Kar yağıyor. Lapa lapa denir ya işte öyle… İçimi çocuksu bir heves kaplıyor birden. Nasıl mutlu oluyorum bembeyaz kar tanelerini gördükçe… Sonra karlar arasındaki caddeye bakıyorum,; İstanbul’un göbeği… Gün ortası olmasına rağmen yoğun bir trafik var. Küçücük görünüyor arabalar, ve de ne çoklar… İçim sıkılıyor; akşam trafiğini düşüyorum, soğuğu… Otobüs,metro,taksi…Eve nasıl ulaşsam acaba’nın derdine düşüyorum şimdiden. Keyfim kaçıyor, suratım asılıyor. Ne oluyor bana dedim işte tam o anda. Sahi, ne oluyor bize? Neden hep can sıkıcı bir perdenin ardından bakıyoruz etrafa? Neden hep bir huzursuzluk, bir memnuniyetsizlik hali üzerimizde? Gördüğümüzü beğenmiyor, yediğimizi lezzetsiz buluyor, dinlediklerimizi küçümsüyoruz sanki… Hem de yalnız değiliz! Kocaman bir kalabalık olarak birbirimize bulaştırıyoruz sürekli bu ‘mutlu olmama’ halini. En son ne zaman biri çok beğendiği bir kitabı

AV MEVSİMİ

Saat itibariyle geride bıraktığımız hafta sonunun en gözde aktivitesi sinemaya gidip Av Mevsimi’ ni izlemekti sanırım. Pek çok salonda tüm koltuklar doluydu. Facebook, twitter ve diğer sosyal ağ ahalisinin paylaşımları da dikkate alınırsa Av Mevsimi gösterime girdiği hafta sinemalara bereket getirdi diyebiliriz:) Ben de hafta sonu, havanın kasvetini de fırsat bilerek, sinemaya gittim. Gişedeki kuyruğu ve film öncesi insana bitmeyecek gibi gelen reklam işkencesini de atlatıp, fragmanını izlediğim günden beri dört gözle beklediğim filmi izlemeyi başardım:) Av Mevsimi için yapılabilecek ilk yorum: ‘ Şahane bir kadro! ’ ve ‘ Tam bir oyunculuk ziyafeti.’ Şener Şen, Cem Yılmaz, Çetin Tekindor ve Okan Yalabık. Her sahnede nasıl bir oyun gücü var, nasıl başı dönüyor insanın anlatmak zor! En dikkat çeken isim elbette Cem Yılmaz. Sahne şovları, komedi filmleri ve kamera karşısındaki hazır cevaplarıyla sürekli güldürecekmiş hissi veren o şahane adam seyirciyi şöyle bir silkeleyip, deli

Beğendiğiniz Gibi...

“ Dünya bir oyun sahnesi, bizler birer oyuncuyuz... Bütün erkekler ve bütün kadınlar, sırası geldiğinde girerler ve çıkarlar bu oyun sahnesine...” W.Shakespeare Shakespeare’ in pek çok defa duyduğum bu cümlesinin hangi oyununda geçtiğini biliyorum artık:) ‘Beğendiğiniz Gibi ( As You Like It) ‘. Bu sezonu Shakespeare oyunlarıyla açtım diyebilirim. Geçtiğimiz ay Oyun Atölyesi’nde izlediğim Macbeth’ den sonra bu akşam İstanbul Devlet Tiyatro’sunun yorumuyla Beğendiğiniz Gibi’yi izledim. Müzikleri, başarılı oyuncuları ve pek düşmeyen temposuyla oldukça keyifli bir oyun. Oyun başlamadan, seyirciler yerlerini bulmaya çalışırken, dört tane müzisyen dolaşmaya başlıyor salonda ve siz daha perde açılmadan masalsı bir yolculuğa ilk adımı atıyorsunuz. Ardından herkes koltuğuna yerleşiyor, ışıklar kararıyor ve Shakespeare bizi hikayesine buyur ediyor. Shakespeare’in pek çok oyununda olduğu üzere iyiler, kötüler, tesadüfler, yanlış anlaşılmalar ve elbette aşklar var. Kardeşi tarafından Arden Orma

Heves...

Hayatta bizi değerli kılan, diğer pek çok insandan ayıran şeyin tutkularımız ve yaşama hevesimiz olduğuna inanıyorum. Bence nerede yaşarsak, ne iş yaparsak yapalım birşeylerin peşinden tutkuyla gidebiliyor; etrafta gördüklerimize, içimizden geçenlere bir heves duyabiliyorsak başarılı olabiliyoruz. O yüzden hevesli insanları seviyorum. O insanların hikayelerini dinlemeye, gözlerindeki ışığı görmeye bayılıyorum. Bir blog keşfettim. Bana anlatıcısının gözlerindeki ışığı yansıttı:) O nedenle şimdi, hevesle, sizlerle paylaşmak istiyorum: http://dalisadair.blogspot.com/ Profesyonel mesleğinin dışında dalışa tutkun birinin blogu burası. Dalışa dair genel bilgiler ve kendi dalış anıları var. Özellikle Kaş'taki dalış anılarını okurken, dalmıyor olsanız bile, Kaş'ta gidilecek, görülecek yerler keşfetmeniz mümkün:) Okurken dalmaya heveslendim. Umarım kursağımda kalmaz:) Bakarsınız, yapabilirsem, önümüzdeki yaz dalışa dair anılarımı yazarım ben de:) Şimdilik yazılmışları buyrun burdan okuy