Anlatmak Ya da Anlatmamak...


Her şeyi anlatıyorsun, ne yapsan paylaşıyorsun sen de!” dedi bir arkadaşım geçenlerde. Bu cümleyi duymamın üzerinden birkaç gün geçmişti ki en yakın arkadaşlarımdan biri “Kendinle ilgili hiçbir şey paylaşmıyorsun aslında farkında mısın?” diye sordu.  Cevabı birkaç cümleyle geçiştirdim. Ama üzerine epeyce düşündüm. Sahi ben kendimi ne kadar anlatıyorum? Facebook’ta Twitter’da ya da bir fincan kahvenin yanında paylaştıklarım, anlattıklarım, konuştuklarım ne kadar bana ait; ne kadarını aktarabiliyor aklımdan ya da kalbimden geçenin? Ve bir insan ne kadarını anlatabilir ki kendinin?

Dışarıyla, ötekiyle, başka bir kişiyle paylaştıklarımı çokça sınırladığımı fark ettim. Bilinçli olup olmadığını hala bilmediğim bir biçimde, seçerek, ayıklayarak ve genellikle olumlu bulduğum şeyler üzerinden anlatıyorum düşündüklerimi, hissettiklerimi, yaptıklarımı. Bir mutluluk ya olumluluk hâresi içinde yaşadığım düşünülüyor haliyle.
Öyle değil oysa…
Hiç değil…

Ben yalnızca anlatmakta zorlanıyorum. Belki biraz da anlatılamayacağına inanıyorum.

Hallstatt'ta...
 
Nisan başıydı. Ki nisan en sevdiğim aydır-hatta bence başlı başına bir mevsimdir-. Sabaha karşı, bir yolculuktan yeni dönmüşken, babaannemin ölüm haberi geldi. Öyle, birden. Dan diye, uykumun ortasında, gerçekliğini anlayamadığım birkaç cümleyle. Hava daha aydınlanmadan bir uçağa atlayıp gittim. İlk kez ölüm gördüm ben. İlk kez ölü gördüm. İlk kez bir insanın toprağa koyuluşuna birkaç adım ötede durdum.
O sabah, babaannemin evine girdiğimde, çocukluğumun bittiğini hissettim. Bir nisan sabahı, çocukluğum beni bırakıp gitti. Kalakaldım.
Salonda yatan babaannemin yüzüne baktım. Nasıl beyaz, nasıl aydınlık ve nasıl da bir başınaydı…

Ölüm, çok yalnız bir şeymiş meğer.

O sabah, babaannemin evinin salonu, onca insan, onca telaş… Hepsi puslu bir camın ardında duruyormuş gibi hafızamda. Hatırladıkça elimi bulanık bir suya daldırıyormuşum gibi. Ve o su durulaştıkça keskin bir yaşlılık ve yalnızlık hissi doluyor gözlerime.

O sabahtan beri, insanın yalnızlığını düşünüyorum. Sokakta yürürken, kalabalık bir sofradayken ya da “saçma” olduğuna yüzde yüz inandığım bir iş yaparken.

O kadar yalnızız ki anlatmak mümkün değil, diyorum. Çok tanıdık geliyor cümlem. Meğer, “İnsan hiçbir şeyi anlatamaz ki canım zaten!” diyen,  anlatmaya burun büken bir kadın yaşıyormuş içimde yıllardır. O yüzden sakınmışım ben kendimi; saklamışım, ayıklamışım, kapatmışım zihnimden ve yüreğimden geçeni.

Oysa o mutlak yalnızlığa rağmen, anlattıkça çoğalıyor, anlattıkça güçleniyor, anlattıkça şifa buluyormuş insan.

Geçtiğimiz gün, kocaman bir hastanenin küçücük bir odasında, karşımda oturan doktora acımı anlatmaya çalışırken bir kez daha anladım bunu. İnsan acısını anlatmakta öyle zorlanıyor ki! Yani, ben acımı anlatmaya o kadar alışmamışım ki… Ne gibi, nasıl bir acı, neye benziyor; ne zaman, neden oluyor… O kadar zorlandım ki o odada; bir şeyim yok benim, deyip kaçmak istedim. Gerçekten. Ben anlatmayayım, baksın da o anlasın istedim. Oysa olmuyor, işte! Anlatmak gerekiyor. İyileşmek için, derman bulmak için, yaşamak için…

Demem o ki; anlatın içinizden geçeni, anlatamayacağınıza inansanız bile… Anlatın, sadece.

Ve evet, bu yazı, anlatmak için, yalnızca kendime.
 

Yorumlar

  1. sanırım teknoloji, insan duygularının gerçek anlamından uzaklaşıp anlık ihtiyaçlarımızı karşılayacak şekilde kullanılması ve kelime sayımızın yeterli olmamasından dolayı iletişim sorunu yaşıyoruz.
    2 paragraflık bir yazı yazdıktan sonra hepsini silip sadece alttaki cümleleri yazdım :) :
    """son zamanlarda ilgimi çeken ve üzerine düşündüğüm kelime geldi aklıma: dönüşmek. ne güzel şeydir kendinin farkında olup düşünmek, bulmak ve dönüşmek. yazılarınızı merakla bekliyorum...

    YanıtlaSil
  2. ...
    mükemmeldi...duyguların çoğunu bende uzun zamandır hissediyorum.kalabalıklarda kaybolmanın ne demek olduğunu yaşayarak öğreniyorum kalabalıkların içinde sessizce düşünmenin ne demek olduğunu ...ve aynı şekil anneannem ve dedem kısa aralıklarla vefat etti onların üzerine her toprak atılışında yıllarımı geçirdiğim insanlarla beni de gömüyorlardı sanki...yazıda ki gibi ölüm, çok yalnız bir şeymiş meğer...ve anlatarak,paylaşarak acılar azalıyormuş anladım...yüreğinize,kaleminize sağlık...eyvallah...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Osman ve Yeniden Kitap Kulübü

Ev...

Hafta Sonu Yeşil Bir Kaçış: Ortanca Evleri