Oyun...





Bugün Japonkedi, blogunda üsüne düşünülesi bir konudan bahsetmiş.

Ders verirken oynattığı bir oyunda,  ki bu oyunu drama liderliği eğitimlerinde epeyce oynamışlığım var, "Uzaya gitmek isteyenler?" diye sorduğunda kimsenin yerinden kımıldamadığını gözlemlemiş. Girişimcilik konulu bir eğitimde gençlerin konfor alanının ötesini oyunda dahi düşünmemeleri garip gelmiş elbette...

Yazıyı okur okumaz, eğitim işleriyle de ilgilenen bir arkadaşıma gönderdim; "Şimdiki üniversiteliler bir acayip! Bababannemgiller gibiler. Benim de gözlemlediğim bir şey bu." yazmış.

O da öyle söyleyince, bir düşündüm. Hakikaten ben de benzer şeyler düşünüyorum sanırım.

Yani oyun oynarken bile olsa bir adım ötesine cesaret edememek... Aman çocuğum, ah yavrum ekolünün işi biraz da galiba. Kapalı sitelerde, fazlasıyla hijyenik ortamlarda, hep kendi gibi insanlar arasında yetişen çocuklar, bir başkasını kolay anlayamıyor ve daha ötesini hayal edemiyor sanırım.

Çocuğum yok, bilmişlik yapmamayım; ama gördüğüm, fazla steril çocukların yaratıcılığının da sınırlandırıldığı yönünde. Çocukken minik dünyalarında sıkışıp kalanlar, büyüdükçe iyice kapana kısılıyor.

Böyle böyle uzaklaşıyoruz özgün, güçlü ve kendine has hikayelerden.

Bizim zamanımızda nostaljisi yapmayayım; ama biz kardeşimle ters çevirip üstüne çıktığımız yer sofrasının üstünde uzay kaptanı olurduk mesela... Ya da eski çarşafları kesip prenses kostümleri yapardık; bulduğumuz ağaç dallarını iple bağlayıp tarlatanlar yapardık.

Şimdi'nin, hepimizin sorunu her şeyin fazla ve kolay ulaşılabilir olması sanırım. Çok ve çabuk ulaşılabilir şeyler, mevcut olanı sürdürmenin ötesine pek de geçmiyor.

Hepimizin biraz yokluğa, yaratıcılığımızı tetikleyecek şeylere ihtiyacımız var!

Bir de hayal gücüne.

Ve en çok, oyun oynamaya...

Yorumlar

  1. Çocuklar günlük yaşantılarında (okul-kreş vs. hariç) kendi yaşıtlarıyla değiller genellikle. Ev içinde bilg., tlf. vs. ile meşguller. Anne babalar günün yorgunluğu, eve gelir gelmez yemek telaşesi vs. ile uğraşıyor çocuklarıyla oyun oynama zamanları kısıtlı oluyor. Bu benim ve birçok tanıdığımın aile yaşantısından örnektir. Ayrıca çalışan anne babaların çocuk sayıları da 1 veya 2 oluyor, hayat şartlarından ötürü. Kardeş, arkadaş şansları az çocukların. Evden hep beraber çıkıp, hepberaber giriliyor. Akşam sahip olunan 1-2 saat yemek, ders ile geçiyor. Hatta bakıyorum kendi evime, çoğu önemli şeyi eşim bizi akşam aldığında arabada konuşuyoruz. Evde bir koşturmaca.
    Kendi çocukluğum sokakta, dalda tepede geçti. Neler yapmazdık ki...hiçbirşeyden korkmaz akşama kadar her türlü yaratıcılıkla oyun kurardık. Üstelik oyuncaklarımız sadece taş,sopa vs. idi.

    YanıtlaSil
  2. Hakikaten öyle... Bir şeylerin yok olması-olmaması aslında o kadar da kötü bir şey değil; çünkü yaratıcılık ve farklı düşünme becerisi o yoksunlukla tetikleniyor aslında. biz şimdi her şeyi var etmeye çalışıyoruz. o çabamızı sorgulamalıyız belki de...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Osman ve Yeniden Kitap Kulübü

Ev...

Hafta Sonu Yeşil Bir Kaçış: Ortanca Evleri