Gün...

Günler, garip bir hızla akıp gidiyor. Şu ay nasıl başladı; nasıl yarılandı, nasıl bitiyor hiç anlamadım!
Yıl bile bitmeye yaklaşmış... Böyle böyle mi yaşlanıyorum acaba? Hızla ve farketmeden.

Bir ayın, bir haftanın, bir günün yapılacaklarının üstü çizildikçe ömrümden bir vakit daha eksiliyor.

Bugün de sabah hava yeni aydınlanırken başladı. Kahve yaptım, gözümü daha tam açamazken pencerenin önündeki ceviz ağacına baktım, battaniyenin altına kıvrılmayı hayal ederek banyoya gittim. Giyindim, ağır ağır hazırlandım; kahveyi içmeye üşenip evden çıktım. Dolmuşa yürüdüm hızlı  adımlarla, saçma şarkılar dinledim yol boyunca. Ofise varıp masama oturunca gün, e-postalar ve telefonlar arasında akmaya başladı. Yoğun, bazen boğucu, bazen de eğlenceli bir iş günüydü. Çok kahve içtim, biraz telaşlandım, epeyce yoruldum. İş çıkışı Taksim’e geldim; pek sevdiğim bir arkadaşımın doğum gününe geldim.

Şimdi kalabalık bir sofrada oturmuşken yazıyorum bu satırları. Masada sohbet koyulaşmadan; her gün bir yazı sorumluluğumu yerine getireyim istedim.

Çünkü, günler geçiyor; yazı kalıyor.

Gün, ay, yıl... Ömür çok hızlı geçiyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Osman ve Yeniden Kitap Kulübü

Ev...

Hafta Sonu Yeşil Bir Kaçış: Ortanca Evleri